Acı, doğanın
yaşamda kalma okulunun baş öğretmenidir. En basit anlamıyla acı bizi bedensel
hasarlardan korur. Tehlikeli şeyler can yakar, gereğinden fazla riske girer ya
da bedenlerimizi fiziksel sınırının ötesinde zorlarsak, acı bizi durdurur.
Peki o zaman
doğumda neden acı çekeriz? Doğum sancısı, herhangi bir başka ağrıdan hiç farklı
değildir... Yoksa farklı mıdır?
Özellikle yorucu
doğum süreci geçirmiş kadınlar, bu deneyimin “zerre” kadar
iyi yanı olup olmadığını sorgulayabilirler; ama doğum sancısı gerçekten de bir
amaca hizmet ediyor olabilir mi?
Gebeliğin son
aylarında bebeğimizi kucağımıza almayı hayal ederken beklediğimiz işaret “sancı”dır. Doğumun başladığının belirtisi olarak sancı
bebeğin gelişini duyurur. Peki neden bu geliş bu kadar acı verir?
Doğum, tehlikeli
bir süreçtir. Rahim kasıldıkça plasentadan geçen kan miktarı kısıtlanır. Bebek
doğum kanalına inerken baş deformasyona uğrar, kelimenin tam anlamıyla ezilir.
Çok uzun sürmedikleri sürece bu düzensizliklerinin hiç birinin kalıcı herhangi
bir sonucu olmaz. Giderek artan ağrı anneyi dikkatini toplayarak, olayı mümkün
olduğunca hızlı biçimde sonuca ulaştırmaya zorlar. Yani ağrının görevi doğumu
çabuklaştırmak olabilir. Ağrının doğumu hızlandırmasında oynadığı rol
yüzyıllardır bilinir. Bazı kültürlerde bebeğin hızla çıkması için onu
korkutmaya yönelik hikayeler anlatılmakta, bazılarında ağrı duyarlılığını arttırmaya yönelik
bitkiler kullanılmaktadır. Uygulamaların çoğunun amacı annenin konforu için
değil ağrının artması içindir.
Buraya kadar ağrı
bebeğin gelişinin habercisi ve doğumun hızlanması için annenin tüm dikkatini
olaya toplaması için olabileceğinden bahsettik. Burada acı ile ilgili bir şey
daha var ki, insanlar yalnızca acı hissetmezler; gerçek ya da
hayali sonuçları öngördükleri için ızdırab da çekerler.
Bizler genellikle
en kötüsünü düşünürüz. Dr Frank acil servis doktorluğu yaptığı dönemde bir
hikayesinden bahseder. Gelen ambulansta süpermarketteki et dilimleme
makinesinde baş parmağı kopmuş bir hasta gelmektedir. Rengi atmış, ter içindeki
adam durmadan da öğürmektedir. Düşünmeden elini sardığı büyük havluyu
açtıklarında kesilen yerden küçük bir nasır parçasının koptuğu ve kanamadığı
bile anlaşılır. Hasta durumu anladığında utanç içinde ve rahatlamış olarak
hastaneden ayrılır. Parmağının kopmuş olması düşüncesiyle bile öğürmemize neden
olan beynimiz acı çekmekten fazlasını da yaşamamıza neden olur. Acıyı süsler ve
büyütürken yaşamlarımızı ele geçirmesine de izin veririz. Aynı şey doğumlarımız
için de geçerlidir. Evet doğum acı verir ama doğumun güçlüklerine düşünsel ve
fiziksel olarak hazırlandığımızda en azından psişik acıları bir kenara
bırakarak doğumu dayanılır ve doyurucu bir deneyime dönüştürebiliriz.
Kaynakça:
Vertosick, Frank T., Neden Canımız Yanar, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 2011
Not: Görsel Pinterest alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder